Afgan asıllı yazar Khaled Hosseini’nin büyük başarılar yakalayan “Uçurtma Avcısı” kitabından sonra ikinci kitabıdır “Bin Muhteşem Güneş.” Yine olay örgüsünün fonunda Sovyet müdahalesine, iç savaşlara, dış müdahalelere, Taliban’ın acımasızlığına, yıkıntılara, göçlere ve ölümlere, azınlıklara değinen; başarılı betimlemelerle dolu, art arda gelen zengin cümlelerinin sonuna duygularımıza nokta atışı yapan vurucu ve dram dolu ifadeleri ekliyor. Aynı zamanda diyaloglar, olay örgüsü ve kahramanların yaptığı gezintiler aracılığıyla bizlere Kahire ve Herat sokaklarını, Afgan yemek ve geleneklerini de yansıtan yazar bunlardan farklı olarak kadınlara yapılan haksızlıkları, zulmü ve onların maruz kaldığı acı dolu yaşamı ana olay olarak kalemine yansıtıyor. Zaten kitap”Bu kitap gözümün nur’u Haris’le Farah’a ve Afganistan’ın kadınlarına adandı.”ifadesiyle başlıyor.
Kitabında bu kez “kadını” merkeze koyarken bunu aile, yetiştirilme tarzı hatta fiziki özellikleri bakımından bambaşka fakat yaşadıkları coğrafya yönünden aynı kaderi paylaşan Meryem ve Leyla adlı iki kadının hayatlarını kesiştirerek yapıyor. Kitap Meryem ve Leyla bölümlerinden oluşuyor.
Herat’ın ıssız bir köyünde annesiyle yaşayan, babası Celil’in ziyaretlerini dört gözle bekleyen bir “harami (gayrimeşru)” dir Meryem. Yazar harami sözcüğünün ağırlığı üzerinde fazlaca durmuştur. Annesi ve henüz on beş yaşındayken evlenmek zorunda kaldığı kırk beş yaşındaki Raşit de Meryem’e harami olduğunu vurgulayacak ve bu sözcük Meryem’in iç dünyasına yaşamı boyunca damgasını vuracaktır. Üç karısı olan Celil’in, dördüncü bir kadınla nikâhsız beraber olması sonucu bu damga vurulmuştur Meryem’e. Dramatik bir olayla annesiz kalan Meryem, onca zenginliğe karşın üç kadına da ağır gelmiş olacak ki onu bir an önce evlendirip başlarından atmak isterler. (Aynı yaştaki kızlarını okutuyor olmalarına rağmen). Celil’in pasifliği burada ortaya çıkar. Meryem’in hafta sonları hevesle beklediği, annesinin ona dair anlattığı tüm olumsuzluklara inanmadığı, vakit geçirmeye bayıldığı babasıyla ilgili gerçekler ikinci defa burada yüzüne çarpmaktadır. İlki ise babasının evine kadar geldiğinde Celil’in onu eve almayışıydı…
Leyla… Gece güzeli… Meryem’in kocası ile yaşadığı mahallede bir darbe gecesi dünyaya gelir. Babası, Sovyetler Afganistan’ı işgal edip babasını işinden edinceye kadar, öğretmenlik yapmaktadır. Son derece aydın düşünceli bir adamdır. Bunu Leyla ile diyaloglarından birkaç tanesinde de görebiliyoruz. Bir gün Leyla’nın arkadaşı Hasena, babasının onu kendinden yirmi yaş büyük ve sadece iki defa gördüğü kuzeniyle evlendirmek istediğini söyleyince Leyla’nın aklına babasının sözleri gelir: “Daha çok küçüksün biliyorum ama bunu şimdiden anlamanı ve iyice öğrenmeni istiyorum. Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. … Ayrıca bu savaş bittikten sonra Afganistan’ın erkekler kadar, belki de daha çok, sizlere gereksineceğini biliyorum. Çünkü bir toplumun kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur…”
Böyle bir babanın yanında bir yandan iki abisi cihata gitmiş ve ölmüş, annesi de oğullarının acısından hastalıklı biri haline dönüşmüş ailenin mensuptur. Ve Leyla bir gün iç savaşların acı bir sonucu olarak tüm ailesini kaybetmiştir. Hayatının aşkı Tarık da annesi ve babasıyla Pakistan’a göç etmek zorunda kalmıştır. Böylece kimsesiz ve hiçbir şeysiz kalan Leyla’nın acı bir şekilde Meryem ile hayatı kesişir.
Kimsesiz kalan Leyla’nın durumundan istifade eden altmış yaşındaki Raşit, on dört yaşındaki Leyla’ya ancak kendisiyle nikâhlanırsa evinde kalabileceğini söyler. Leyla, kabullenmek zorunda kalır. Meryem’ e gelince… Karşı çıksa da duruma boyun eğmek zorunda kalır. Zaten bugüne kadar kendisine ne sorulmuştur ki? Kadınlığı, zorlayıcı ve hiddetli cinselliği, yalnızlığı, şiddeti, küçümsenmeyi hep Raşit ile tanımış ve tatmıştır. Herat sokaklarını keşfetmeyi, dışarıya çıkabilmeyi bile ancak kocasıyla yaşayabilmiştir. Ancak erkeğin gerisinden yürüyerek ve burka giyme şartıyla. Kafesli perdenin gerisinden etrafı izlemek ve soluk alıp vermekte güçlük çekmek, peçesini kaldırıp yemek yemeye çalışmak tabii Meryem’e zor gelmiştir. Bir yandan da etraftan gizlenme duygusu(harami olması sebebiyle) onu rahatlatmıştır. Zaten Raşit “Bir kadının yüzü sadece kocasını ilgilendirir” demiştir. Arkadaşları evdeyken Meryem’in odadan çıkışını bile yasaklamıştır. Sevilme ve sahiplenme duygusuna hasret Meryem, başta bu yasakların sahiplenilmeyle ilgili olduğunu düşünse de zamanla ve çeşitli olaylar neticesinde durumu sorgulamıştır. Meryem, özellikle defalarca düşük yaptıktan sonra Raşit’in gözünden düşünce Raşit karısına karşı (yemeği beğenmeyip, Meryem’e taş yedirtip dişlerinin kırılmasına neden olacak seviyeye varıncaya kadar) son derece acımasız ve eleştirel davranmıştır. Ama acılarını hep teslimiyet duygusuyla yaşamıştır Meryem. Yani alışmış olduğu biçimde…
Leyla ise daha isyankârdır. Başta, Raşit ona yaranmak için iyi davranmaya çalışır. Ancak zamanla Leyla’nın karşı çıkışları dayaklarla sindirilmeye çalışılacaktır.
Leyla, Meryem’e karşı hep iyidir ve ona haksızlık yaptığı duygusuyla alttan alıcı tavırlar sergiler. Meryem, ilklerde kıza soğuk ve ters davransa da özellikle Azize( Leyla’nın kızı) ‘nin doğumundan sonra annelik duygusunu tatmin etmeye çalışacak ve Leyla ile araları düzelecektir.
Zamanla iki kadın arasında inanılmaz bir dayanışma başlar. Meryem, Leyla’yı da kızı gibi sahiplenir. Raşit’in dayaklarından birbirlerini korumaya çalışır, sırlarını paylaşırlar. Bu dayanışma Meryem’in en son yaptığı büyük fedakârlığa kadar sürecektir…
Yazar iki kadın nezdinde aslında Afganistan’da kadın olmanın gerçekliğini yansıtır bizlere. Buna arka plandaki bazı olay ve karakterleri de ekleyerek… Küçük yaşta kendisinden yaşça çok büyük olan adamlarla evlenme, kuma gitme, tecavüz, okuma hakkının hatta ve hatta birey olmanın elinden alınması, ”pes artık” dedirtecek şekilde insan olma özelliğinin hiçe sayılması… Daha detaya inerek bakımsızlıktan ve şiddetten dış görünüşleri değişen, dişleri sararan ve dökülen, yüzünün ve boynunun derisi kalınlaşan kadınları da Meryem ve Leyla olarak bizlere sunar.
Bu hikâyedeki gerçekliği yansıtan yan karakterleri ise Hasena, Citi ve komünist öğretmen Şanzay olarak sayabiliriz. Hasena’nın hikâyesinden bahsetmiştik. Citi’ye gelince… O, milislerin birbirini bombalaması sırasında kendisine roket isabet ederek paramparça olan masum insanlardan sadece biri… Yazar burada Citi’nin annesinin, kızın parçalarını ağlayarak önlüğüne topladığı detayıyla okuyucunun yüreğini daha da burkar.
Şanzay, komünist rejimi destekleyen bir devrim kadınıdır. Kadın ve erkek eşitliğini savunur. Örtünmeye karşıdır. Kaderin cilvesidir ki yıllar sonra Leyla onu bir yetimhanede(savaştan ve Taliban’ın kadınlara çalışmayı yasaklamasından ötürü birçok kadının çocuğunu bırakmak zorunda kaldığı yetimhane) çocuklarını ziyaret ederken burka giymiş bir şekilde görecektir.
Fondaki siyasal olayların kadınlara etkisine değinecek olursak; Davut Han döneminde (1973-1978) Herat ve Kabil gibi büyük kentlerde kadınlar modern bir yaşam sürmektedir. Ancak kırsal bölgelerde kadınlara yönelik kısıtlayıcı ve zorlayıcı şartlar geçerlidir. Yazar; kocası, Meryem’i Kabil’e gezintiye çıkardığında Meryem’in gözüyle ve iç konuşmasıyla modern kadın ve zor koşullarda yaşayan kadının farkını ortaya koyar” Bu kesimdeki kadınlar daha yoksul semtlerdeki, kadınların çoğunun tepeden tırnağa örtülü olduğu, kadınlardan başka bir cinsti. Evet, modern Afgan erkekleriyle evlenen modern Afgan kadınları. Kocaları onların açık başlarıyla, makyajlı yüzleriyle yabancıların arasında dolaşmasına karşı çıkmıyordu .Onların sokağı özgürce, serbestçe geçişini seyretti. … Onların üniversite mezunu olduğunu, şirketlerde, bürolarda çalıştığını, günü önemli telefon görüşmeleri yaparak geçirdiklerini hayal etti. Bu kadınlar Meryem’i büyülemişti. Yalnızlığını, basit görüntüsünü, amaçsızlığını ve pek çok konudaki cahilliğini yüzüne çarpıyordu.”
Davut Han darbeyle indirilince devletin ismi de” Afganistan Demokratik Cumhuriyeti” olarak değişir. Zaten 1979’da Sovyetler ülkeye el koymuştur. Bu dönemde kadınlar özgür yaşamlarına devam eder. Leyla’nın babası bir gün şöyle der ”Afganistan’da kadın olmanın tam zamanı. Bundan yararlanmalısın, Leyla. Öte yandan kadın özgürlüğü ne yazık ki oradakilerin silahlarına sarılmalarının nedenlerinden biri.” ’Oradakiler’ derken kadınların sokakta çok ender görüldüğü, burkayla ve erkek eşliğinde çıkabildiği kırsal yöreleri kasteder. Kadim aşiret yasalarına göre yaşayan erkekler, komünistlere ve onların kadın özgürlüğünden yana olan, kızların zorla evlendirilmesini yasaklayan, evlenme yaşını on altıya çıkaran uygulamalara karşı ayaklanmıştır.
Sonunda (1994- 1996) Taliban ortaya çıkar. Milisleri kovan güç. Afganistan’ın adı bu defa “Afganistan İslam Emirliği” olarak değişir. Taliban yaptırımlarına yönelik bir dizi liste hazırlar ve duyurur. Kadınlara yönelik olanları şunlardır:
Kadınların dikkatine:
Evinizden dışarı çıkmayacaksınız. Kadınların sokaklarda amaçsızca dolaşması caiz değildir. Dışarıya çıkarsanız yanınızda mutlaka bir mahrem, erkek akrabanız bulunacak. Sokakta tek başına yakalanan kadın dövülecek ve evine gönderilecektir.
Her ne şart altında olursa olsun, asla yüzünüzü göstermeyeceksiniz. Dışarıdayken burka ile örtüneceksiniz. Aksi halde, şiddetle kırbaçlanacaksınız.
Makyaj malzemeleri yasaktır.
Mücevher yasaktır.
Çekici, gösterişli giysiler giymeyeceksiniz.
Sizinle konuşulmadan, konuşmayacaksınız.
Erkeklerle göz göze gelmeyeceksiniz.
Tırnaklarınızı boyarsanız, bir parmağınız kesilecektir.
Kızların okula gitmesi yasaklanmıştır. Bütün kız okulları derhal kapatılacaktır.
Kadınların çalışması yasaklanmıştır.
Zinadan suçlu bulunursanız, taşlanarak öldürüleceksiniz.
Peki bu işte tezatlar yok mu? Yazar bunu da güzel bir şekilde işlemiş. Dul kalan ve çalışamadığı için yiyecek bulmakta zorlanan ve çocuklarını yetimhaneye vermek zorunda olan kadınları, dışarıya tek çıkamadıkları için çocuklarını ziyarete gittiklerinde defalarca kırbaçlanan ve canı daha az acısın diye daha kalın giyinen ama asla vazgeçmeyenleri, kocası şiddet uygulasa hatta kendisini öldürse bile karşı çıkamayacağını çünkü Taliban tarafından kadının suçlu bulunacağını bilenleri, kadın hastaneleri kapatıldığı için ve kadınlar çalıştırılmadığı için sadece bir kadın hastanesi ile burada çalışan üç doktor ve hemşire olduğunu, o hastanenin perişanlığını ve orada narkozsuz sezaryen yapmak zorunda olanları, bunlarla birlikte daha nicesini bize yansıtmıştır.
Hosseini, bazen konuyu yarım bırakıp, diğer bölüme geçip heyecan uyandırarak, geriye dönüş tekniğini tam gerekli yerlerde uygulayıp yarım kalmış konuları bu şekilde tamamlayarak, kitaba birçok olay sığdırıp bunları güzelce örerek, içlerine hem sosyal hem kültürel hem siyasi yapıyı sindirerek sürükleyici, düşündürücü, bir çırpıda okuyacağınız bir roman sunmuştur. Bunun yanında çevirmen de dili akıcı bir şekilde ve özünü bozmamaya çalışarak bizlere aktarmıştır. Bazı sözcükleri orijinal dilinin yanında Türkçesiyle vererek kelimelerin tadını bozmadan iletmiştir.
Kitapta anneliği, fedakarlığı, kadınlığı, kadınsal içgüdünün ne olduğunu, dayanışmayı, koşulsuz sevgiyi, çaresizliği, acıyı, kabullenmeyi, isyanı, gücü, aşkı, hayali ve hayal kırıklığını bir arada göreceksiniz. Leyla nezdinde vazgeçmeyen ve başaran kadınlara şahit olacaksınız. Üstelik sürpriz sonlarla birlikte. Bana çok şey katan bu eserden sizlerin de faydalanması dileğiyle…
Yazan:
Merve YAVUZ